Dil ve Yetenek

Dil ve Yetenek

Dil  ve yetenek, yetenek, üstün yetenek  kavramları ile  dil öğrenebilme becerisi  birçok eğitim bilimci  tarafindan farklı   yaklaşımlar ile değerlendirilmektedir .

Bu farklı yaklaşımların neler olduğu ve dil öğrenme becerisinin ne olduğunu ortaya koymadan önce ” Yetenek nedir? Dil, bir yetenek midir?”, bu yetenek her insanda eşit düzeyde mi bulunur?”

sorularının  cevabı ile başlamak yerinde olacaktır.

Yetenek kavramı,birçok eğitimci ve birçok eğitim bilimciye göre farklı tanımlandığı gibi; üstün yetenek tanımlanırken de  farklı yaklaşımlar sergilenmektedir.

Bu farklı tanımlanış biçimi, özellikle üstün yetenek tanımı ve üstün yetenek  ölçümü yapılırken, daha da önemli bir hal alıyor.

Yetenek kavramını , bir bireyde; onu diğer bireylerden farklı ve özel kılan bir derecede, ona has bir biçimde bazı beceri gerektiren davranış, tutum, durum vs.gibi özelliklerin baş göstermesi olarak tanımlarsak;

Üstün yetenek kavramını da, bir bireyde; hem kendi gelişimsel evresi  hem de yaşıtlarına göre, beceri gerektiren herhangi bir alanda olağan veya olabilecek bir durumun ötesinde, çok az bulunan, emsalsiz, neredeyse  olağanüstü bir beceri göstermesi olarak tanımlamalıyız.

Bu durumda yetenek kavramı, bireylerde ortaya çıkan bu farkları ayırt edebilecek uygun ve doğruluğu kanıtlanmış bazı ölçüm teknikleri ve  metotlarının gereksinimlerini de hasıl edecektir.

Çünkü , herhangi bir alanda bir bireyin yetenekli oluşu ile üstün yetenekli oluşu farkları; beraberinde bu yeteneklerin ölçülmesi konusunu ister istemez gündeme getirir, getirmelidir de.

Çünkü  bireylerdeki bu farklılığın  özellikle erken çocukluk çağlarında tespiti ve bireylere uygun eğitim metotları belirlenmesi ile;

yetenekli  ve üstün yetenekli bireylerin kendini doğru ifade edebilmesi, onların yetenekleri ile var olarak özgüven, özmutluluk vs.gibi içselleştirilmiş başarıları sağlanması yanında;

aynı zamanda bu yetenekli  bireyleri topluma kazandırma ile de hem toplumsal fayda; hem de insanlığa,bu yetenek alanlarının kazandırdığı farklı , değerli, yol katettiren,geliştiren ürünler ile bilimsel kazanımlar sağlanmış olacaktır.

Çizer H.Sibel Yücedağ

Dil Bir Yetenek Midir?

Üstün Dil Yeteneği Nedir?

Günümüzde hemfikir olunan üstün yetenek tanımı ; herhangi bir bireyin, yaşıtlarına veya kendi gelişimsel çağ evresine göre  ölçümü yapılan herhangi bir  yetenek alanı ile ilgili üst düzey bir ilgi-bilgi, beceri ve davranış göstermesi olarak kabul görmekte ise;

Üstün yetenek ölçümü yapılırken de bireyin belirlenen yetenek alanlarında, kendi gelişimsel evresi içinde ve  yaşıtlarına göre nerede olduğu ve bu yetenek alanını “uygulamada”, “hayata geçirmede”ne kadar başarı gösterdiği, özellikle göz önüne alınmalıdır.

Üstün yetenek tanımı, yukarıda bahsettiğim gibi eğer bir  bireyin, yaşıtlarına göre ve kendi gelişimsel evresi içerisinde herhangi bir yetenek alanında , olağandan üst düzey bir beceri göstermesi ise;

dil öğrenme ve etkili kullanma becerisinin de her bireyde eşit olarak gözlemlenememesi, Dilin de bir yetenek olduğu ve “üstün dil yeteneği” varlığı kanısını iyice güçlendirmektedir.

Dilin tanımı ile ilgili,hemen hemen her dilden sözlükte,sıradanlaştırılmış, kuru -yavan ifadeler ile kurulu  ; “dil bir iletişim aracıdır” gibi bu ve buna benzer  lûgatik bir tavır yerine,

dile;akademik çalışmalarım yanında , mesleki deneyimlerim,gözlemlerim ve  kendi bireysel  çıkarımlarım  ışığında bakmayı tercih etmekteyim:

“Neredeyse, ilkçocukluk çağlarımdan bu yana dünyada kaç çeşit dil olduğunu merak etmiş ve  “dil nedir ?” Diye,hep sorgulamışımdır.”

Bu sorgulama biçimim , ilerleyen dilsel kazanımlarım  ve dil öğrenme – öğretme  deneyimlerim ile; dilin tanımı ve gramer merakımdan ziyade, dil kullanım becerisi üzerinde yoğunlaşmıştır.

Özellikle de kendi ana dil kullanım becerisi ve bu becerinin yabancı dil öğrenmedeki etkisi üzerinde ağırlık kazanan bu sorgulama biçimi, birçok soru ve sorgulama tavrını da beraberinde getirmiştir:

“Eger Dil, bir yetenekse;bu yeteneğin her  insanda bulunup bulunmadığı,

Dil yeteneğinin, bazı kimselerde normal bir düzeyin üzerinde  bir beceri ile varlık gösterirken; bazı kimselerde normal , normalin altında vuku bulması ,

Dil öğrenme – öğretme metotları ,

Dilsel becerilerin ölçme gerektirip gerektirmediği ve ölçme gerekiyorsa , bu ölçüm metodunun nasıl olması gerektiği ,

Dil öğrenme yaşı ve evreleri var mıdır? ”

gibi soru ve sorgulamalar bunlardan ilk akla  gelenlerdendir.

“Burada, bir Dilbilimci ve Eğitimci olarak özellikle sorulardan ziyade , “sorgulama ” nın önemini ve dil öğrenmedeki etkisini öne çıkarmak isterim.”

Çünkü, bana göre sadece Dilde değil;eğitim öğretim alanlarının tümünde öğrenme- öğretme yaklaşımları “sorgulama” metodu ile oluşturulmalıdır.

Lakin, herhangi bir bireyde , herhangi bir alanda tam öğrenmenin gerçekleşebilmesinin  ön koşulu bana göre  “bireyde sorgulama yetisinin ” bulunup bulunmadığıdır.

“Sorgulama , aynı zamanda “öğrenme”nin gerçekleşme yolunda olduğunun da en temel göstergesidir .”

Bu durumların belirgin bir biçimde ortaya çıktığı yerler elbetteki eğitim öğretim ortamları ve kurumlarıdır .

“Sorgulama” kadar da bu sorgulama tavrının her bireyde olup olmadığı da önem arz  etmektedir.”

Çünkü öğretmenlik deneyimlerim süresince, karşılaştığım her bireyde  “sorgulama tavrı” nın “tam öğrenme”de  oldukça etken olduğunu fark ettim.

Lakin aynı ortamda, yetenek seviyeleri birbirine yakın bireylere aynı eğitim modeli ve aynı öğrenme  yaklaşım biçimleri yanında;

üstün yetenekli cocuklara sergilediğim özel öğretme yöntemleri ve bireysel yetenekleri göz önüne alan tüm çesitli  ögretim metot ve teknikleri de dahil;

yaklaştığım bireylerin tamamında (sorgulama tavrı bulunmadıkça) tam öğrenmenin gerçekleşmemiş olduğunu gördükçe;

tam öğrenmenin gerçekleşmediği bireylerde eksik olan durumun,

“sorgulama yetisi eksikliği” olduğuna neredeyse emin oldum.

“Bu sorgulama yetisi” dediğimiz durumun da çoğu kez diğer yetenekler gibi bireyin dil öğrenme becerisine etki ettiğini anladıkça da öğrenme üzerindeki “sorgulama yetisi” ile ilgili ilgi ve merakım arttı.

Öğretmenliğe başladığım ilk yıllarda öğrencilerle “akademik dil öğretimi ” anlamında  karşılaşmaya başladıkça bu merakımı kısmen de olsa giderme fırsatı bulduğumda;

özellikle Türkçe öğretmenliği yaptığım dönemlerde ve ortaokul çağlarındaki çocuklarla hoca – talebe ilişkisi icine girdikçe şunu çok iyi anladım :

Hakikaten ” dil yeteneği ” diye bir şey var. Ve bu yeteneğin “sorgulama tavrı”ile de doğrudan bir bağı var.

Çünkü,  insanın kendi ana dilini ortaokul çağlarına kadar  doğru dürüst  öğrenememiş olması başka ne ile açıklanabilir ki ?

Yukarıda bahsettiğim dil sorgulama yaklaşımı ve beraberinde getirdiği dil becerileri; eğer bir bireyde ilkokul çağına kadar var olmamaşsa , bana göre “dil yeteneği “diye bir şey kesinlikle var.

“Sorgulama mantığı yukarıda özellikle seçtiğim “talebe “kelimesi ile doğrudan ilintilidir.”

Talebe kelimesi , Arapça kökenli bir kelime olup, ” Talep eden , isteyen , arayışa giren …vs.anlamları üzerinden;

dayatılanı öğrenen değil;  kendi yeteneklerinin farkında olup; bu yetenekleri geliştiren, yücelten en önemlisi kendinde var olanı bilen  aynı zamanda, arayan, isteyen , “sorgulayan”bir öğrenci olmak demektir.

Bu sorgulamanın gerçekleşebilmesi durumu; öncelikle bireyin, konunun farkında olması ve sorguladığı konu ile ilgili kendinde istendik düzeyde bir yeteneğin var olması durumunu da beraberinde  getirmez mi?

Bu durum şöyle açıklanabilir:

Herhangi bir insan, henüz akademik anlamda karşılaşmadığı bir yeteneği;eğer arayış içinde talep ederek , o yeteneği geliştirme çabası içinde , kendi kendine uygulamaya koyuyorsa; bu durum , “yetenek” kavramı ile ilgili birkaç tereddütlü konunun da cevabını veren soru ve sorguları da ortaya koyar   :

Yetenek kavramı , istendik davranışların bireyde sonradan eğitim- öğretimle  oluşturulması mıdır ?

Sorunun cevabı bana göre hiç tereddütsüz,

” hayır”dır .

Çünkü , bu konuyla ilgili şimdiye dek benim elde ettiğim deneyimler ve  çeşitli sahalarda  yapılan birçok araştırma bu cevabımı destekler niteliktedir.

Bugüne kadar yapılan birçok araştırma, yetenek alanlarının bir tür genetik kodlama ile bireye irsî bir geçişle sağlandığını kanıtlamış durumdadır.

Bununla ilgili toplumsal birçok  anlatı- halk hikayelerinin günümüze kadar anlatılagelmesi bile bu durumu destekler veriler olarak kabul edilebilir:

Bunlardan ilk akla gelenler; Âşık Veysel ile ilgili anlatılan ve bilimsel ortamlarda da  gerçekliği kabul edilen onun doğuştan getirdiği söz söyleme  yeteneğidir.

“Degilse, hiç okuma-yazma bilmeyen ve daha çocukluk çağlarında görme yetisini kaybeden birinden;

günümüzde hala keyifle okunan- dinlenen, mana yüklü bu ifadeler ;

“Iki kapılı bir handayım

Gidiyorum gündüz gece ”

ve bunun gibi bircok güzel, anlam yüklü “sözel-dilsel mucizeler”nasıl çıkabilirdi ?

Çünkü , her insan her şeyden önce iletişim ve konuşma ihtiyacı ile doğar. Doğduğu andan itibaren önce kendi ana dili ile ilgili dilsel özelliklerini de göstermeye başlar .

Ancak ,konuşma ve iletişim dediğimiz en temel dilsel ögeler her insanda aynı derece bir beceri ile yer almaz.Dilsel becerileri iyi olan insanlar gözlemlendiğinde,

onlardan birçoğunun daha çocukluk yıllarında bu yeteneklerini gösterir hayat biyografileri ile özellikle, Edebiyatın birçok alanında öne çıktıkları görülür.

Bu durumu kanıtlayan en iyi örnek, yukarıda bahsettiğim Âşık Veysel ve  bizzat  yine kendi dilimizde eserler vermiş, Edebiyatımızda çokça varlık gösteren söz ve saz ustalarıdır .

Onlardan birçoğu, okuma yazma dahi bilmezken, kendi kendilerine bir arayış ve hayatı sorgulama tavrı içinde;

şiir yazıp, yazdıklarını besteleyip  saz eşliğinde   söylemişlerdir.Bu örnek  dil yeteneğinin sonradan değil , doğuştan olduğunun ve sorgulama tavrı ile de ilişkili olduğunun  en belirgin göstergesidir .

Burada  bahsettiğim söz ve saz ustalarının aynı zamanda bir müzik aleti çalıyor olmaları da sadece dil değil;

beceri gerektiren tüm kazanımların birer yetenek olduğu ve bu yeteneğin de doğuştan getirilen bir özellik olduğunun kanıtıdır.

Yetenek doğuştan getirilen bir kazanım ise , eğitim öğretim ile sonradan var edilemez fakat geliştirilebilir demek olmaz mı?

Günümüzde bu durum biraz yanlış bir yerde yanlış bir algı ile  duruyor olsa da;

“yetenek “kesinlikle doğuştan getirilen bir özelliktir:

“Birçok anne babanın çocuğunda dilsel- edebî, sanatsal bir yetenek olup olmadığını anlamaya çalışmak yerine ,

çocuğa ve “yetenek”e emr-i vaki bir yaklaşımla, zoraki bir tavırla ;

çocuklarını dil kursları, müzik veya diğer sanat dalları kursuna göndermeleri, henüz “yetenek” kavramının doğru bilincinde olmadığımızın da kaygı verici bir göstergesidir.”

Bütün bu “yetenek ” kavramı verileri ışığında “dil bir yetenek midir?”sorusunun cevabı verilecekse , bana göre “Dil ” ,kesinlikle bir yetenektir .

 Dil Yeteneği -Üstün Dil Yeteneği Nedir ?

Yabancı Dil Öğrenmede Etkisi Var Mıdır?

Herhangi  bir yabancı  dili hakkıyla  öğrenen herhangi bir  birey, herhangi bir ölçü yöntemi dahi olmadan  çıplak bir gözle bile incelense , bireyde ilk  gözlemlenecek durum, kendi ana diline de çok iyi vakıf olduğudur.

Bu vakfiyet elbetteki dil yeteneği ile açıklanabilir.

Çünkü tersi bir durumu eğer açıklayamıyorsak ; ana dili ile ilk doğduğu andan itibaren, hem kalıtsal – çevresel;hem de okuma ve  yazma anlamında  bizatihi haşır neşir olduğu halde;

Bir bireyin,kendi ana dilini;  “neden iyi kullanamadığını “açık bir biçimde tanımlayamıyorsak dil yeteneği diye bir ifade bilimsel bir anlamda kabul görmelidir.

Bunun yanında , dil yeteneğinin okuma yazma veya diğer dilsel çalışmalarla desteklenebilir bir yetenek olduğu da bir gerçektir.

Ancak yukarıda bahsettiğim dil yeteneği doğuştan getirilmemişse ve dil sorgulama tavrı erken çocuklukta baş göstermemiş ise , bu geliştirici desteklerin açıkçası çok işe yarayacağını düşünmüyorum.

Burada özellikle vurgulamak istediğim şudur ki ; eğer biz bilimsel anlamda”yetenek”kavramını, doğuştan gelen ve geliştirilebilir mantığında örgülüyorsak;

dil için “ilk çağ çocukluk sorgusu” dediğim yaklaşım mutlaka birlikte değerlendirilmelidir .

Çünkü , bu zamana kadar yaptığım her bir dilsel çalışma bana bunu , yeniden ve defalarca keşfettirdi ki;bir insan diğer yetenekler gibi , dil yeteneği ile de birlikte doğar ve büyüme evreleri içinde dil sorgulama tavrını hep gösterir.

Özellikle Eğitim öğretim ortamlarında , akademik yönden eşit şartlarda eğitilmiş olan her iki çocuktan veya bireyden sadece  birinin hedeflenen düzeyde dili doğru,etkili, kapsamlı ve tüm edebi dilsel yetilerle kullanabiliyor oluşunda bu sorgulama tavrı özellikle öne çıkar.

Burada şunu da vurgulamakta yarar görüyorum:

Dil ile ilgili, özellikle ana dil kullanımı ile ilgili; iyi bir konuşmacı olmayı, gramer bilgilerini iyi kullanmayı veya buna benzer günlük dilsel aktiviteleri yapabilmeyi dil bilmek olarak addetmemek gerekir.

Nitekim dil ile ilgili olarak ;

ortamında “birbiri ile bağıntılı olan bircok dil becerisini bir arada tam ve yeterli düzeyde , doğru bir biçimde kullanılıyor ise dil yeteneği varlığından tam olarak söz edilebilir.”

Şöyle ki , bir bireyin ana dilini iyi bilmesi demek,o dili gramer, edebî anlamda ve dilin diğer birçok ana unsurları ile birlikte biliyor ve kullanıyor olması demektir.Ve bu anlamda birey yetenekli kabul edilebilir.

Yani sadece iyi bir konuşmacı ve iyi bir gramerci olmak veya ana dilinde birkaç hatrı sayılır eser ortaya çıkarmak, üstün dil yeteneğinin bir bireyde olduğu anlamı taşımaz.

Bu durum ana dil için normal ve olağandır.

Ancak, bu yetenekli kabul ettiğimiz “dili iyi kullanabilme”becerisi üstüne bir de dile  kendince özgün bir tavır ile yaklaşım sergiliyor ve normal ürünlerin dışında da dile yeni açılımlar ve fikirler kazandırıyorsa; bu durumda birey dil alanında “üstün yetenekli”kabul edilmelidir.

Bu özgün tavırlı dil becerisi şu demektir:

Bireyin,dil sahasında; dilin üst becerileri dediğimiz yazabilme – doğru okuma(üst düzey edebî metinler :Şiir, roman vs.gibi engin bilgi ve edebî birikim gerektiren yazınlar ortaya koyabilme ve var olan yazınları doğru okuma ve analiz-sentez edebilme) yapabilme başta olmak üzre,

dilsel sahada,gramersel yeni ve kabul görebilir teoremler ile üst düzey açılımlar olarak üstün dil yeteneği  ve dilsel ürünler ile varlık göstermesidir.

Yani bir birey sadece gramer kurallarını iyi bilmek ve iyi konuşmak gibi veya günlük hayat ve eğitim ögretim ile herkeste baş gösterebilecek düzeyde dil kullanımı ile dil alanında yetenekli veya  hele ki üstün yetenekli diye tabir edilmemelidir.

Onun yerine , Dile kattıkları, yazdıklarının her tür dilsel ögeler açısından doğru , yerinde, farklı, özgün oluşu ve dile kazandırdığı üst düzey ürünler , fikir bazında yeni açılımlar  ile dil alanında üstün yetenekli kabul edilmelidir.

Bütün bunların yanında kendi ana dilinde yetenekli olan her birey bana göre yabancı dil öğreniminde de hedeflenen düzeyi yakalayabilir.

Yabancı dilde okuma yazma ve konuşma gibi en temel dil becerilerini yapabilir.Eğer kendi ana dilinde yetenekli ise herhangi bir yabancı dili de hakkıyla öğrenebilir.

Bu öğrenme, okuma, yazma ve günlük konuşma dili ile sınırlıdır.

Fakat, birey üstün dil yeteneği ile doğmuş ve bu yeteneğini geliştirmiş ise yabancı dilde de yukarıda bahsettiğim üst düzey dil becerilerini gösterebilir.

Hatta dile gramersel yeni açılımlar yapabilir ve o dilde özgün eserler ortaya koyabilir.

Mesela Türkologlardan birçoğunun yabancı kökenli bilim adamı oluşları bu durumu cok iyi anlatmaktadır.

Veya kendi Dilbilim sahamızda da ana dili dışında çalışmalar yapan bircok dilbilimci ile karşılaşıyor oluşumuz dilin bir yetenek olduğu ve bu yetenegin de belli ve farklı derecelerde bireylerde vuku bulduğunun göstergeleridir.

Dil Öğrenme Çağı ve Evreleri Var Mıdır?
Ve Dil Yeteneği Tespitinin Önemi

Aslında dil öğrenmenin belirli bir yaşı ya da evresi yoktur.Her insan her yaşta yeni bir lisan öğrenebilir.

Bununla birlikte , dil öğrenmenin insanın eğitim öğretim yanı ve özbenliğinde yarattığı yüksek dil kültürü dikkate alınırsa , dil öğrenme çağının ve yaşının daha erken evrelere çekilmesi daha mantıklı bir yaklaşım olacaktır.

Herhangi bir insan , yeni bir dil öğrendiğinde sadece dil kültürü açısından kendini geliştirmiş olmaz ; bunun yanında , akademik , edebi,bilimsel ve özellikle de sosyal hayatında da büyük bir gelişim sağlamış olur.

Özellikle diksiyon ve hitabet sanatının çok dil bilenlerde çok hissediliyor olduğu inkâr edilemez bir gerçekse , iyi bir konuşmacı olmanın da sosyal gelişmişlik veya sosyal başarı , insan ilişkilerini iyi bir düzenleyici ve güçlendirici yönü olduğu  yadsınamaz bir hakikattir.

Günümüzde, çoğu kimsenin en az bir dil bildiği istatistiksel verilerde matematiksel anlamda var olan bir veri  olarak kabul ediliyor.

Eğer bu veriyi somutsal anlamda ve gözle görülebilir halde incelersek , aslında sadece dil ile akademik anlamda eğitilmiş veya herhangi bir yabancı ülkede yaşamış olanlarda hakiki anlamda varlık gösterdiğini görebiliyoruz.

Öyle ki , çoğu dil kullanıcısı ilk olarak eğitim öğretim sistemi içerisinde en az bir dil ile tanışmış olur; ancak bu kısa süreli veya akademiksel yönden eksik ve yetersizlik içeren dil öğretimi çoğu zaman istenilen ve hedeflenen düzeyde her bireyde kendini göstermez.

Sayısal veriler ile somut verileri eş değer bir düzeyde görmek istiyorsak ; hakiki anlamda dil öğretimi üzerinde yeni bir program yapmalıyız.

Bu program , planlama aşamasında; sahasında örnek çalışmalar yapmış , özellikle akademik anlamda planlanan dile hakim ve eğitim öğretim sistemini  öğretici pozisyonunda da iyi tanıyan yeni bir dil kadrosu ile özenle yeniden şekillendirilmelidir.

Özellikle dil öğrenme çağı ilkokul düzeyinden daha erken yaşlara çekilerek bireyin diğer eğitim öğretim aşamaları ile birlikte yürütülmelidir .

Bunun yanında bu belirlenen dil öğretme sistemi oluşturulurken en çok dikkat edilmesi gereken şey,  bireyin kendi ana dili öğretimindeki boşlukların bilhassa  dikkatle sentezlenerek yabancı bir dil öğretilme planı Türkçe ön koşullu planlanmalıdır .

Burada vurgulamak istediğim şey,  yabancı bir dil öğretilmesi planlanan herhangi bir erken çağ çocuğunun;kendi ana dili sentezli bir yaklaşımla oldukça hassas bir planlama ile eğitilmesi gerektiğidir.

Bu gereklilik ifadesi ile anlatmaya çalıştığım şey  , yabancı bir dil öğrenen herhangi bir bireyin , kendi ana dilini doğru öğrenmede sorun yasayaçağı değildir.

Çünkü , yeni bir dil öğrenen her birey kendi ana dilinde daha başarılı bir öğrenme sergiler. Vurgulamak istediğim şey , yabancı bir dil öğrenme planlaması yapılırken “Türkçe’nin”‘bilmeyerek veya gözden kaçırılarak- ihmal edilmesi endişemdir.

Yabancı dil öğretimi planı yapılırken , bireyin aynı anda kendi ana dili hakimiyeti sağlayıcı zenginliklerle donatılmasıdır.

Bu donatı, kendi dilinde yetenekli -üstün yetenekli veya dil yeteneği olmayan bireylerde farklı farklı yaklaşımlar ile sağlanıyor olmalıdır.

Bunu yapabilmek için de; bireylere uygun dil yeteneği tespiti ölçüm araçları öncelikle belirlenmelidir.

Çünkü, doğru yetenek tespiti yapılmamış ve farklılığı ortaya çıkarılmamış bireylerde , doğru dil öğretme metodu da belirlenemeyecektir.

Dil yetenek seviyeleri belirlenmiş bireylere hazırlanan dil öğretme metod ve teknikleri ile bireylerde farklılık gösteren dil yetenek düzeyleri doğru bir biçimde sentezlenmiş olur.

Böylece de özellikle ana dil kullanma becerisi doğru beslenerek, dilimizde ortaya çıkabilecek olağan dilsel ürünler yanında; dile büyük bir zenginlik katacak, yeni dilsel açılımlar, özgün eserler, edebî- dilsel çıkarım ve dili besleyip bekasını sağlamlaştıracak üst düzey kazanımlar elde edilmiş olacaktır.

Bu sağlanan dilsel kazanımlar,öğrenilen ve olağanın üstünde bir beceri ile kullanılan herhangi bir yabancı dil ürünleri ve açılımları ile de ;

sadece ana dil yeteneği-üstün dil yeteneği kazanımı değil; aynı zamanda dünyada yaşayan diller ve bilimsel dil anlamında da insanlığa katkı sağlayan dilsel kazanımlar olacaktır.

Burada ortaya koyduğum dilsel veriler ışığında;

dil  yeteneği  ile ilgili:

Dil, bana göre kesinlikle bir yetenektir,

Her insanda eşit düzeyde bulunmaz,

Dil yeteneği ile sorgulama tavrının ilişkisi eğitim öğretim metot ve tekniklerini belirlemede  gözönüne alınmalıdır,

Dil yeteneği farkları erken yaşlarda belirlenmelidir,

Dil öğrenme ve ögretme becerileri, dil yeteneği düzeyine göre programlanmalıdır,

Dil yeteneği tespiti için uygun ölçüm ve metodlar belirlenmelidir,

Dil yeteneği, öncelikle ana dil yeteneği ile değerlendirilmelidir,

Yabancı dil öğrenmede, ana dili koruyucu, geliştirici ve bütünsel bazlı bir yaklaşım sergilenmelidir,

Özellikle üstün dil yeteneği varlığı kabul görmelidir ve özellikle üstün dil yeteneği olan bireyler,uygun bir eğitim öğretim modeli ile dilsel kazanımlar açısından özel olarak eğitilmelidir,

Yeteneğin doğuştan getirldiğini kabul gören bir  yetenek geliştirici programlama ile  özellikle burada mevzubahis olan dil  yeteneği ile ilgili uygun bir eğitim öğretim programı oluşturulmalıdır.

gibi sonuçlar ortaya çıkmıştır.

Umuyorum ki , bireylerde  dil yeteneği varlığı ile üstün dil yeteneği ayrımının tespiti ve doğru eğitim öğretim yaklaşımları ile dilsel üst düzey kazanımlar toplumun faydasına sunulur.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir