Çeviri ve Dil
Çevirinin, dile katkıları tartışılmaz bir gerçekliktir. Sağlam bir çeviri , dile umulandan daha büyük bir fayda sağlar.Çeviri ve dil aslında birbirinden ayrı başlıklarda değil de bir arada değerlendirilmelidir . Herhangi bir dili incelerken , orijinal haliyle ele aldığımızı var saysak bile , çeviri mantığı yine de dile hükmedecektir.
İlk defa gerçek anlamda İngilizce ile tanıştığım üniversite yıllarımda ;Hocanın, derslerde “İngilizce düşünün “ifadesini anlamaya başladığımda , İngilizce’yi de çözmeye başladığımı anımsarım hep…
Yeni öğrendiğiniz bir dile tam anlamıyla vakıf olmanın ilk koşulu, aslında o dil gibi düşünmeye başlamaktır. O dil gibi düşünmek , aynı zamanda o dilin insanı gibi de düşünmeye başlamak demektir.
Ya da yine hocanın ifadesiyle ” o dilde rüya görme”ye başlamaktır.
Bu ifadeyi ilk duyduğumda şaşkınlığımı şimdiki gibi hatırlarım :
“Nasıl yani , insan başka bir dilde rüya görebilir mi ? ” ” Başka dilde rüya görmek ne demektir ?”
Aradan birkaç ay geçtiğinde; İngilizce rüyalar görmeye başladıkça ,hakikaten hocanın haklı olduğunu anlamıştım.
İnsan basbayağı başka bir dilde düşünebiliyor ve hatta o dilde rüya bile görebiliyordu:
Gördüğüm rüyada;Speaking hocasi Melek Hanım (Melek Aktürk – Afyon Kocatepe Ünv.Turizm ve Ot.Meslek Yüksek okulu -hazırlık dil sınıfı )herzamanki gibi , İngilizce konuşarak ders anlatıyordu , sıra arkadaşım ve ben, gerçekte İngilizce konuşamazken, rüyamda çatır çatır İngilizce konuşuyorduk. Ve hatta normalde bilmediğim birçok kelimeyi rüyamda saydırıyordum.
Ve hiç çeviri ihtiyacı duymadan İngilizce düşünerek , arkadaşımı anlıyor ve ona cevaplar veriyordum.
“Bu rüyayı hocaya anlattığımda , “artık sen oldun , gözün aydın ” demişti.”
İşte bütün bu ön koşullar sağlanıp , artık öğrendiğiniz yeni dili iyice idrak etmeye başladığınızda; fark ettiğiniz ilk şey , aslında kendi dilinizde doğru dürüst düşünemediğiniz, yazamadığınız ve hatta konuşamadığınız olur.
“Bunu fark ettiğiniz ilk anda , kendi ana dilinize sıkı sıkıya sarılmaya başlarsınız .”
Her öğrendiğiniz yeni yabancı kelimenin kendi dilinizde karşılığını ararken , o kelimeyi daha önce çok az veya hiç kullanmadığınızı fark edersiniz .Veya öğrendiğiniz dildeki dilbilgisi kurallarını gözden geçirirken , kendi dilinizdeki dilbilgisi kurallarını da daha iyi öğrenmeye başlarsınız.
“Yani bildiğimizi düşündüğümüz dilbilgisi ve dilsel edebî kurallar dahil dilinizi sorgulamaya başlarsınız .”
Ve öğrendiğimiz yabancı dili, artık sadece araç olarak kullanmayıp , tam anlamıyla bilimsel anlamda da bir şeyler yapmaya geçtiğimizde, (o dilde okuma, yazma , konuşma, çeviri vs..) aslında öğrenilen yeni dilin hangi dil olduğunu da önemsemeyip , kendi dilimiz üzerindeki dilsel kazanımlarını önemsemeye başlarız.
Özellikle , çeviride yapılan çeviri çalışmalarının sadece o metni kendi dilinize aktarmak olmadığını,aynı zamanda bu işin kendi dilinize; hem gramer hem de edebî anlamda umduğunuzdan daha çok fayda sağladığını fark ettiğinizde , artık çeviri yapılan dilden ziyade kendi diliniz ile daha çok ilgilenmeye başladığınızı da fark edersiniz .
“İşte, bu farkındalığı sağladığımızda; bizim için ya da deyim yerindeyse ” bizim lûgâtimizde” yabancı dilin durduğu yer; artık dilsel bir araç konumu değil , kendi dilimize sağladığı konfor ve katkı olarak ön plâna çıkmaya başladığı yer olacaktır.”
“Hatta , bir süre sonra, büyük bir hevesle öğrendiğimiz o yabancı dile olan ilgimiz yerini tamamen kendi dilimiz üzerinde daha çok ilgilenmeye bırakır .”
Kendi dilimize olan ilgi arttıkça ve yabancı dil ile ilgili bilimsel çalışmalar çoğaldıkça da , özel bir çaba gerektirmeyen doğal kazanımlar ile dile sunduğumuz katkılar artar.
“Özellikle çeviri ile dilinize sağladığınız katkılar oldukça önemlidir. ”
Bu katkılar, yapılan çevirinin güvenilirliği ve sağlam oluşuyla da ilintili olarak daha da önemli bir hale gelir.
“Sağlam bir çeviri , aktarıldığı dili her yönüyle zenginleştirir. Ona hem dilsel , hem de edebî kazanımlar yönüyle tahminlerin ötesinde bir kazanım inşa eder.”
Bu kazanımlar ile ortaya çıkan konfor, öncelikle dile sağladığı sözcükler arası/ diller arası bağ kurabilme yetisidir.Sözcüklerin etimolojik yapısından tutun da , tüm dilbilim kural ve yapısını çevirmen kendi ana dilinde var ettikçe zenginleşen bir dil hazinesinin yanında, global bir dil birikimine de sahip olmuş oluruz.
“Bu global dil birikimi , dile ve o dili kulllananlara her şeyin ötesinde engin bir bakış açısı da kazandırır.”
Dilin engin bir bakış açısı olması demek; çeviriler ile kendi bünyesinde topladığı birikimleri , o dili kullananların hizmetine sunarak , yabancı kaynaklardan elde ettiği beslenmeleri ile zengin bir dil birikiminde diğer dillere ve insanlığa edebî ürünleri ile hizmet etmesi demektir.
Bu ifadenin açılımı şu demektir :
Dil , Çeviriler ile sonradan elde ettiği birikimleri ile kendinde var olan dilsel edebî birikimleri bir bakıma analiz ve sentezleyerek yeniden bir dil oluşumu içine girer.
“Tam da burada; dil, kendi üzerinde karşılaştırmalı bir bakış açısı veya edebî dilsel ürünlerin farkındalığı yönüyle de bu oluşumu uygulamaya koyduğunda , bu durum lezzetli bir hâl almaya başlar.”
“Özellikle de yapılan her çeviri, dilin kendi farkına varmasını sağlar.”
Bu farkındalık ile her aşamada kendini dilsel ve edebi ürünler anlamında iyice zenginleştirir.
“Bunun yanında , çeviri sadece dilin kendisine değil; bizzat çevirmenin kendine de tahminlerin ötesinde dilsel-edebi bir birikim sağlar.”
Çevirmen olmayan bir Dil öğrencisi dahi , öğrendiği herhangi bir dilden umulandan fazla kazanımlar elde eder.
Bu kazanımların en başta geleni ise, kendi dili hakkında iyi bildiğini düşündüğü tüm dilsel kuralları yeniden gözden geçirme fırsatı bulmasıdır .
Yani ,Dil öğrenen ve çeviri yapan kişi , öğrendiği dil ile birlikte kendi ana dili üzerinde yaptığı çıkarımalar ile öncelikle kendi dilini daha iyi tanımaya başlar.
Çeviri sırasında , her bir kelime ve dilbilgisi yapısını analiz ettikçe kendi dilini kullanmadaki eksiklerini ve yanlışlarını bir bir bertaraf eder ve kendi dilini doğru kullanmaya başlar.
Bunun yanında çeviri sırasında elde ettiği somut dilsel ve edebî kazanımlar ile de Cevirmen, engin bir dilsel bakış açısına sahip olur.
Bu durum yukarıda bahsettiğim , “çeviriler ile dilin kendisinde var ettiği engin bakış açısı” kazanımının pek tabi ki çevirmenin kendisinde de bizatihi vuku bulmasıdır.
Bu engin bakış açısı, birkac yönden kendini gösterir:
Öncelikle dil öğrenen kişilerde , özellikle kendi ana dillerini kullanmadaki hakimiyet dikkat çeker.
İyi Türkçe konuşan ve iyi Türkçe yazı yazan insanların , çoğu zaman birden fazla dil bildiğine tanık olmamız tesadüfi bir durum değildir.
Sanılanın aksine , yabancı dil öğrenen kişiler, ana dilinde kayıplar yaşamaz. Dil öğrenmeden önceki dil bilgisi konusundaki yetersizliklerin bir bir ortadan kalktığını kendisi bizzat yaşayarak fark eder ve etrafına fark ettirir.
Öğrendiği dildeki çıkarımlar kadar da kendi dilindeki zenginliği fark eder .Bu bir nevî farkındalıktır.Bu farkındalık ile elde ettiği dilsel kazanımları uygulamaya koydukça da , kendi diline beklenilenin üstünde bir kazanım sağlamış olur.
Özellikle sadece kendi ana dilinin dışında herhangi bir dil daha bilmeyen kişilerde ise yukarıdaki durumun aksine , kendi dillerini kullanmada eksiklikler göze çarpar.
Bu eksiklik daha çok konuşma ve yazma alanlarında kendini belli eder.
Bunun en temel nedeni ise , ana dilinin dışında bir dili bilmediği için kendi dilini geliştirici ve karşılaştırıcı bir bakış açısının eksikliği ile ortaya çıkan dilsel körelimdir.
Dil bilen kişilerde var olan engin bir dilsel bakış açısından da yoksun olduğu için, kendi ana dili üzerinde karşılaştırmalı bir analiz sentez yapma yetisi de eksik olur.
“Bu eksiklik ,ana dili dışında dil bilmeyenlerde dil bilen kişilerdeki çok kelime bilme ve bildiği her kelime kadar düşünebilme yetisinin de olmayışının sonucu olarak, kendi dili üzerinde de düşünememe sonucunu doğurur.”
Burada karşılaştırmalı biçimde ortaya koyduğum; herhangi bir yabancı dil bilen ve bilmeyen kişilerin, kendi ana dilleri üzerindeki hakimiyeti veya hakimiyetsizliği çevirinin ve bir başka dil bilmenin kendi ana dilimiz üzerindeki etkilerinin en açık bir göstergesidir.
Yani dil bilen insanlar için kullanılan “bir lisan bir insan ifadesi ” nin dil üzerindeki olumlu etkileridir.
“Bütün bu çıkarımların akabinde , sadece dil bilmek ve çeviri yapmak ana dilimizde doğru bir etkileşim için yeterli midir ?”
Elbetteki yukarıda bahsettiğim örnekleme ve çıkarımlar ile dil bilmenin ve çeviri yapmanın dile olan olumlu katkılarını yok sayamayız .
Ancak , dil öğrenen ve çeviri yapan herkes ne yazık ki yukarıda saydığım dilsel çıkarımları ve çeviriyi farklı bir biçimde uygulamaya koyacaktır.
Çeviri yapmayan ama öğrendiği dili sadece aktif kullanan ve araç olarak gören dil kullanıcılarını bir kenara bırakırsak;
Çeviri yapanlar için oldukça elzem olan “sağlam bir çeviri ” mantığının dil üzerinde etken olması konusu oldukça önemli olacaktır. Çünkü sıkça tekrarladığım gibi , sağlam bir çeviri dile umulandan fazla bir katkı sağlar ve ana dilin muhafazası yönüyle de oldukça önem arz eder .
“Eğer çeviride, gelişigüzel bir dil mantığı ile hareket edilirse de fayda sağlamasından ziyade, ana dile zarar vermek kaçınılmaz olacaktır. ”

2002
Burada , sağlam bir çevirinin nasıl olması gerektiğini vurgulamak yerinde olacaktır:

Sağlam Bir Çeviri Ne Demektir ve Ana Dili Korumadaki Önemi Nedir?
Çeviri konusunda; İngilizce , Arapca, Farsça ile bu zamana kadar yaptığım dilsel çalışmalar ve akademik anlamda bu alanlarda eğitim almam neticesinde ve bilhassa da Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliğimde yaptığım çıkarımlar ve deneyimler ile ortaya koyabileceğim sonuçlara bakılırsa;
Bu konuyla ilgili olarak , çeviri yapanların ikiye ayrıldığını görürüz:
Çeviri metnini,sadece yabancı dilden kendi dilimize o dilin “düşünüş biçimi” ve kuralları ile olduğu gibi aktaranlar ,
“-fikir bazında ve uygulamada benim de yer aldığım-”
aktarıldığı dilin “düşünüş biçimi”ve kuralları ile çeviri yapma mantığı bir diğer ifade ile kendi ana dilimiz ile çeviriyi yeniden şekillendirmek biçiminde aktaranlar .
Birinci gurubun çeviride esas aldığı , yabancı dilin düşünüş biçimi ile, olduğu gibi düz bir çeviri ile ana dile aktarılması biçimini, kendi dilimizi tahrip eder endişesi ile çok doğru bulmadığımı belirtmek isterim.
Çünkü , çeviri yapanların çeviri sırasında ilk karşılaştığı bu ikilem arasında birinciyi tercih etme sebepleri muhtemelen anlamdan ve esas metin orijinalliğinden uzaklaşma kaygısıdır.
Yani çeviri yaptıkları yabancı dildeki metni olduğu gibi aktarma kaygısı içinde olmaları , metnin esas fikrinden uzaklaşma kaygısı ile birebir spontane çeviri tarzını seçmeleri veya düz mantık ile çeviriye yaklaşmalarıdır.
“Bir diğer ifadeyle , esas metni muhafaza etme düşünceleridir .”
Esas metnin düşünce dilini muhafaza etme de diyebileceğimiz bu çeviri tarzında , Türkçe aktarım metninde çoğunlukla birçok sıkıntı ve dilsel eksiklik göze çarpar.
Bunların en başında çevirmen, esas metindeki kelimeleri Türkçe’ye aktarırken, seçtiği kelimelerin Türkçe’de aktif kullanılıp kullanılmadığını dikkate almaz.
Veya seçtiği Türkçe kelimenin iç ahengi sağlayıp sağlayamadığına ve dilsel uyumun olup olmadığına da pek aldırış etmez.
“Bu birinci yaklaşım bana göre esaslı bir çeviri değildir.”
Çünkü bu düz metin çevirisi , aktarıldığı dildeki “düşünüş biçiminden “uzaklaştığı için , easas manaları yakalayamadığı gibi , aynı zamanda o dilin kural ve kaidelerini de bozmuş olacaktır.
Üstelik de ortaya çıkan çeviri metni özellikle de şiir ise , tatsız tuzsuz bir metin olacaktır.
Aktarıldığı dildeki ahengi ve”düşünüş biçimini” yakalayamayan bir çeviri metin , ne kadar aslına bağlı kalmış olsa da veya metnin orijinalini muhafaza etmiş olsa da aktarıldığı dili temsil etmiyorsa , bir başka ifadeyle ilk bakışta çeviri olduğunu hissettiriyorsa bana göre bu başarılı bir çeviri degildir.
“Yani sağlam bir çeviri değildir. ”
Örneğin aşağıda vereceğim Mesnevi’den orijinal 1 beyit, 3 şekilde Türkçe’ye çevrilmiş:

Kaynak :Lisans tezimden – Farsça bir beyitin 3 farklı çevirisine örnek metin
İzbudak çevirisi : Aklı bir testere ikiye biçse , o ateşteki altın gibi yine gülümser.
Gölpınarlı çevirisi : Bir testere, aklı ikiye bölse, gene ateş içinde altın gibi güler durur akıl.
T.M : Aklı , mesela bir testere iki parça etse, o , ateşte gülen altın gibi yine hususiyetini muhafaza eder.
Bu üç çeviriye de baktığımızda , sizin de fark ettiğiniz ilk şey , 3 çevirinin de Türkçe düşünüş biçimine tam olarak uymadığı olacaktır.
1 ve 2. Çevirilerdeki eksiklik ve ifadenin yetersizliği metnin orijinalindeki “hemçû zer başed” ifadesine olan çeviri yaklaşımından kaynaklanmaktadır bana göre .
Bu Farsça terkib , tek başına “Türkçe’de gibi oldu “anlamındadır .Burada araya giren zer ifadesi ile bu terkip , “altın gibi oldu “anlamına gelmiştir.
Cümlenin bütününe baktığımızda , o terkibi takip eden ifadelerde “der ateş û besîm” kelimeleri yer almaktadır .
Bu terkip ile birlikte Türkçe ‘de birebir anlamı şöyledir : “ateşte olan altın gibi o parlar.”
Bu ifadeyi , bu cümlede diğer kelime ve anlamları ile düşündüğümüzde , birebir çevirirsek; Aklı , eğer bir testere ikiye bölerse o ateşte olan altın gibi parlar.
Bu birebir çeviride ilk göze çarpan şey , anlamın karmaşıklığı ve yetersizliğidir .Çünkü , ateşte olan altın ifadesi , ilk bakışta Türkçe düşünüş yönüyle eksik kalmıştır.
Bu ifade yerine , ateşe atılmış altın ifadesi daha doğru olacaktır .Orijinal metinde seçilen “başed ” kelimesi Farsça Dil kurallarına ve düşünüş biçimine uygun olarak orada tercih edilmiş olduğundan , Türkçe’ye aktarımda birebir çeviri yerine daha ziyade Türkçe düşünüş -anlam ve ifadeleri yakalama mantığı ön planda tutulmalıdır.
“Yani bir çeviride, Türkçe düşünüş – anlam ve ahenk hedeflenmelidir.”
Ve Türkçe düşünüş ve dil kuralları göz önüne alınarak , bu ifadeyi Türkçe kullanmak isteyen birinin hangi kelime ve terkiplerle bu manayı yakalamaya çalışacağı esas alınmalıdır.
Bu örnekteki cümle, Farsça’da bu şekilde ifade ediliyor olabilir; ancak birebir kelime çevirisi ve Farsça düşünüş yerine , Türkçe ‘deki bu ifadeyi ve anlamı yakalama tarzı, daha doğru bir çeviri mantığı olacaktır.
Bu açıklamalar ile birlikte bu örnek metnin en doğru ve Türkçe düşünce kalıbına en uygun biçimi bana göre , 3. Tahir’ül Mevlevi cevirisidir.
“Ancak , bu çeviride de cümlenin sonundaki ” yine hususiyetini muhafaza eder” yerine 1 ve 2. Çevirideki ” altın gibi yine güler durur ve altın gibi gene gülümser”ifadeleri daha ahengî ve anlamı güçlü ifadeler olduğu için tercih edilmelydi.”
1.ve 2. Çeviriyi incelediğimizde yukarıda bahsettiğim cümlenin 2. Bölümündeki ifadenin 1. Tarz öz metne bağlı kalma kaygısının ön planda tutulduğunu ve bu durumun da aktarıldığı dildeki ahengi bozduğunu söylemek yerinde olacaktır.
Buna müteakip , cümlenin son bölümleri ise daha ahenkli ve Türkçe düşünülmüş olduğundan daha doğru bir çeviri mantığı yakalanmıştır.
Çünkü Türkçe konuşan ve yazan herhangi biri yukarıdaki ifadede yer alan “ateşteki altın veya ateş içinde olan altın” ifadesini seçmez .Bunun yerine “ateşe atılmış altın gibi ” ifadesini daha güçlü ve yerinde bulur.
Bütün bunlar ile birlikte bu Farsça metni Türkçe ‘ye ben yeniden çevirirsem , şöyle bir ifade ortaya çıkar :
“Aklı bir testere ikiye biçse bile ; o, ateşe atılmış bir altın gibi yine de güler durur.”
Benim yaptığım bu çeviride , orijinal metnin terkip ve kelimelerine bağlı kalmak yerine , Türkçe Düşünüş biçimi , Dil kuralları , anlam zenginliği , ve iç ahenk ön planda tutulmuştur.
Böylelikle çeviri bir metin dahi olsa hem Türkçe’ye sadakat , hem Türk dilinin güzelliği hem de mana zenginliği ile çeviri metninin dile katkıları ve konforu sağlanmıştır.
Ayrıca da yakalanan dil ahengi ile de okuyucuya daha tatlı tuzlu bir okunum sunulmuştur.
Çünkü herhangi bir okuyucu bile , okuduğu metnin aslının başka bir dil olduğunu değil , okuduğu şeyden aldığı lezzeti önemseyecektir.
Bunun yanında , aktarıldığı dilin ahengini bozan bir çeviri metni, ne kadar kıymetli bir metin olsa da, dile zarar vereceği için tüm bilimsel ,edebî ve dilsel güzellikleri önemli olmaktan çıkacak ve sağlam bir çeviri olmadığı için , daha ziyade raflarda kalmaya terk edilecektir.
Eğer sağlam bir çeviri olursa da , metinden elde edilen kazançlar sadece bilimsel edebî ve dilsel güzellikler değil , daha da ötesi dilsel bir kazanıma dönüşecektir.
İşte bu bahsettiğim “sağlam bir çevirinin dile umulandan daha fazla sağladığı kazanımlar”dır.
Bu kazanımlar ile dil ve o dili kullananlar , zengin bir dil birikimi yanında edebî zevk , bilgi görgü ve dilsel kültür ile engin bir dilsel bakış açısına sahip olacaklardır.
Bütün bunlar sağlandığında “sağlam bir çevirinin “dil üzerindeki olumlu katkıları ile umulandan daha fazla bir kazanç elde edilmiş olacaktır.
Ve en önemlisi Türk diline sadakat ile Ziya Gökalp’in dediği gibi ;
“Yeni sözler gerekse,
Bunda uy herkese ,
Halkın söz yaratmada
yollarını benimse .
Lisanda sayılır öz ,
Herkesin bildiği söz;
Manası anlaşılan
Lûgate atmadan göz .
“Güzel Türkçem korunmuş olacaktır. ”